İstanbul’un kenar mahallelerinden birine çöken akşam, sanki gökyüzüyle birlikte ağırlaşıyordu. Beton binaların aralarına sıkışmış, rüzgârın bile tereddüt ederek dolaştığı dar sokaklar, şehirden çok başka bir zamana aitti. Uzaktan gelen egzoz uğultuları burada yankısını kaybeder; yerini, yıllardır aynı taşların üzerinde sürünen yorgun bir sessizlik alırdı.
Bu mahallenin göbeğinde, zamanın hafızasına gömülmüş bir mekân yükselirdi: Karafaik’in Kahvehanesi. Dışarıdan bakıldığında çürümeye ...